Avrupa’da yenilgi yüzü görmeden grubundan lider çıkan Galatasaray, Türkiye’de yerlerde sürünüyor. Ziraat Türkiye Kupası’nda da Denizlispor’a elenerek taraftarını adeta kahretti. Öyle ki, yeşil siyahlı takım, sezona transfer yasağıyla girmiş, sonradan açarak transferler yapmış ama bir türlü istediği sonuçları alamayarak küme düşme hattına saplanıp, kalmış. Yetmemiş sakatlıklar sebebiyle yedek kulübesinde ancak 5 kişiden fazla oyuncu koyamamış. Böyle bir takıma karşı elenmenin asla mazereti olamaz. Bu mücadelede dikkatimi çeken bazı ufak detaylar oldu. Bunlardan bahsetmek istedim, futbolun tatile girdiği bu haftada.
***
Önceki yazılarımda Galatasaray’ın Türkiye’de farklı, Avrupa’da farklı sonuçlar almasının olası sebeplerinden bahsetmiştim, biraz daha değineyim.
Avrupa’daki oyun sistemiyle ülkemizdeki sistem farklı. Sınırlarımız dışında oyuncular iyi futbol oynayarak beğenilmek istiyorlar. Dolayısıyla takımlar da iyi oynuyor. Tamamen kapanıp, rakibi durdurmak üzerine plan yapan takım sayısı az. Sonuçtan daha çok iyi futbol oynamaya değer veriliyor. Burada top oynatmamak üzerine plan yapılıyor, kendi yarı alanına kapanılıp, alan daraltılıyor. Sarı kırmızılı takımın paslaşmasını beğeniyorum. Ayağa hızlı paslar atıyorlar. Açık futbol oynayan takımlara karşı bu yöntem başarılı oluyor. Pasın hızı ne kadar yüksekse, engellemesi o kadar zor olur. Ama kapanan takımlara karşı sadece hızlı paslaşmak yetmez. Dar alanda topu iyi saklamak, ayağını iyi kullanmak, yardımlaşmak ve pas başarı oranı öne çıkar. Bunun yanında birbirini iyi tanıyan oyunculardan kurulu kadro da şart. Örneğin pas aldığında arkadaşlarının defans arkasına mı koşacağı ya da tekrar mı pas alacağını iyi bilip, topla buluşmadan hareketine karar vermek gerekir. Galatasaray’da bu eksiklik olduğundan gol yollarında etkisiz kalıyor. Avrupa’da kendisi kapanıyor, hücumda çok boş alan buluyor, Türkiye’de rakipleri kapanıyor, dar alanda etkisiz kalıyor.
***
Denizlispor maçında bir şeyi daha gördük. Ülkemizde topla oynamaktan çok rakibe sert girerek engellemeye çalışmak var. Bunu mesela Muhammed Kerem Aktürkoğlu’na uyguladılar. Çok hareketli bir oyuncu olduğu için durdurmak zor. Doğrudan ayağına hamle yaptılar. Kendini yere atıp, faul istemeyip oynamaya çalıştı ama yapamadı. Kendini yere atmayınca hakem devam ettirdi. Türk hakemlerinin de futbol bilgileri beni endişelendirdi. Ne olursa olsun, topla değil rakibiyle oynama düşüncesi olan oyuncuları iyi ayırt etmeli, sertliğe bakmadan cezayı vermeli ki, futbol oynansın. Bunu yapmayınca kötü niyetli oyunculara gün doğuyor. Bu yayılarak devam ediyor ve o ülkede futbol çöküşü yaşanıyor. Ülkemizdeki futbolun çöküşünün sebeplerinin başında da bu geliyor. Yabancı hakemlerin faul kararları bazen bizleri şaşırtıyor. Ama onların düşünce yapısıyla bizimki yukarıda bahsettiğim sebeplerden dolayı çok farklı. Sadece harekete bakarak değerlendirmiyor, futbolcunun amacının ne olduğuna göre de karar veriyorlar.
***
Kaleci İsmail Çipe’nin yediği gollere geleyim. Bayağı bir alay konusu oldu, özellikle Denizlispor’un sosyal medya hesaplarında. Rakibi vurur gibi yapıyor, hemen o tarafa hareketleniyor, çocukça feyk yiyor. Birebirde kaleci kalesinden çıkıp açıyı kapatmalı ama İsmail’in hatası yanlış çıkmış olması. Erkenden çıktı, sonra durmak zorunda kaldı. Durduğunda hamle yapmak zorlaşır. Baştan hafif hafif çıkarsın sonra rakip oyuncu tam topa vuracağı anda hızla üzerine koşarsın. Kısa adımlar atarak bir tarafa atlaman gerektiğinde o ayağını yere koyduğun anda rahatça destek alıp, hamle yapabilirsin. İsmail Çipe’nin en büyük eksikliği birebirde ne yapacağını bilmemesiydi.
https://www.haberekspres.com.tr/avrupa-da-baska-turkiye-de-baska-makale,10283.html