Kendinizi test edebileceğiniz İngilizce videolar. Önce videoyu izleyin, sonra kağıt ve kalemi elinize alarak İngilizce kelimeleri yazarak tekrarlayın. İyice pekiştirene kadar devam edin. Unutma olasılığına karşı da belli aralıklarla videolara dönüş yaparak, bunun önüne geçin.
NOT: İstek ve önerilerinizi aşağıdaki yorum kısmına yazabilirsiniz.
KOL SAATİ 1. BÖLÜM: https://youtu.be/zCI-EFVbj2I
The message was short and to the point. | Mesaj kısa ve özlüydü. |
It read: “Trucks from King Charles Square will transport Regiment 55 tomorrow A. M. Act at once. | Okudu: “Kamyonlar 55’inci Alayı Kral Charles Meydanı’ndan yarın öğleden önce nakledecektir. Hemen harekete geçin.” |
“So,” said Gebhardt softly. | Gebhardt, “Öyleyse…” dedi hafifçe. |
He burned the paper in the ashtray. | Kağıdı kül tablasında yaktı. |
For a moment he sat thinking. | Bir süre öylece oturarak düşündü. |
He previously knew that a large number of trucks in King Charles Square would be used to carry soldiers from London to the coast. | Daha önceden, bir çok kamyonun Londra’da, Kral Charles Meydanı’ndan sahile asker taşıyacağını biliyordu. |
And somewhere along the route trucks and soldiers would be blown to pieces with explosives. | Yolları üzerinde bir yerde kamyonlar ve askerler patlayıcılarla havaya uçurulacaklardı. |
Gebhardt drew his suitcase from under the bed and opened it on the desk. | Gebhardt yatağın altından çantasını çıkardı ve masanın üstüne açtı. |
From its nest of cotton he picked up one of the bombs. | Pamuklu yuvasından, bombalardan birini aldı. |
It was wide and flat, quite different in form from the usual, old-fashioned type of bomb. | Geniş ve yassıydı, biçim olarak alışılmış, eski moda bomba türünden oldukça farklıydı. |
Attached with wire to the bottom of an automobile engine the bomb was deadly when the motor heated. | Tel ile bir arabanın motorunun altına bağlanıyor ve motorun ısınması ile patlıyordu. |
He decided to take with him in a small package about fourteen of the bombs. | Bombalardan yaklaşık on dört tanesini, küçük bir pakette yanına almaya karar verdi. |
That was about all he could take care of in two hours. | İki saat içinde halledebileceği en fazlası buydu. |
He had detailed information on King Charles Square. | Kral Charles Meydanı hakkında detaylı bilgiye sahipti. |
By midnight all the soldiers and mechanics were gone; at two o’clock a policeman looked in to check up. | Gece yarısına doğru bütün askerler ve tamirciler gitmiş, saat ikide de bir polis kontrole gelmişti. |
Gebhardt was very much pleased with himself. | Gebhardt kendisinden çok memnundu. |
Thanks to British’s inefficiency, he would have the place to himself between twelve o’clock and two o’clock. | İngilizlerin zaafiyeti sayesinde saat on iki ile iki arası kendisine kalıyordu. |
Thinking of the importance of time suddenly reminded him, and he put a new strap on his watch and then put the watch on his wrist then he sat very still, looking into space, mentally checking every detail of the plan. | Zamanın önemini düşünürken birden onu hatırladı ve saatine yeni bir kayış taktı, saati bileğine taktı, sonra çok hareketsiz oturdu, boşluğa bakarak, planın her detayını zihninde kontrol etti. |
Gebhardt smiled. | Gebhardt gülümsedi. |
Of course! Outside the jeweler shop he had set his watch back sixty-four minutes for the signal to the jeweler. | Elbette! Saatçi dükkanına girmeden önce saatçiye parola vermek için saatini altmış dört dakika geriye almıştı. |
He smiled again as he now moved the minute hand of his watch exactly sixty-four minutes ahead. | Saatinin yelkovanını tam altmış dört dakika ileri hareket ettirirken tekrar gülümsedi. |
Never forgetting these small details made him a good secret agent, and he knew it. | Bu tür küçük ayrıntıları asla unutmayışı onu iyi bir gizli ajan yapmıştı ve bunu gayet iyi biliyordu. |
When the time came, Gebhardt moved carefully through the darkness of the blacked-out streets. | Zamanı geldiğinde, Gebhardt karartılmış sokakların karanlığında dikkatle ilerledi. |
In the alley behind King Charles Square he stopped and looked at his watch. | Kral Charles Meydanı’nın arkasındaki dar sokakta durdu ve saatine baktı. |
Twelve o’clock exactly. | Tam olarak saat on iki. |
Gebhardt smiled. | Gebhardt gülümsedi. |
The whole thing was going like clockwork. | Her şey saat gibi işliyordu. |
He waited another ten minutes just to be on the safe side. | Güvende olabilmek için on dakika daha bekledi. |
Gebhardt climbed a fence, moved carefully along a narrow space between two buildings, and came out in King Charles Square. | Gebhardt bir çite tırmandı, iki bina arasındaki dar bir boşlukta dikkatle ilerledi ve Kral Charles Meydanı’na çıktı. |
He stood a moment, counting the black forms of the trucks. | Bir süre kamyonların siyah silüetlerini sayarak bekledi. |
Gebhardt moved over to the nearest truck. | Gebhardt en yakın kamyona doğru ilerledi. |
He set down his package, took some wire and a wire cutter from a pocket. | Paketi yere koydu, cebinden bir parça tel ve bir tel makası çıkardı. |
He slid under the truck and felt along the bottom of the engine. | Kamyonun altına uzandı ve motorun alt tarafına dokundu. |
Lying flat on his back, working in the dark, he began to wire the bomb to the exact place he wanted it. | Sırt üstü düzgünce yatarak, karanlıkta, bombayı uygun şekilde tel ile irtibatlamak istediği yeri ayarlamaya çalıştı. |
Somebody stepped on his ankle. | Birisi ayak bileğinin üzerine bastı. |
Pain shot up Gebhardt’s leg, and he bit his lip, not breathing. | Gebhardt, ayağında büyük bir acı hissetti ve dudağını ısırdı, nefes almıyordu. |
No, he thought, there can’t be anyone here. | Hayır, burada hiç kimse olamaz diye düşündü. |
There is never anyone at this hour. | Bu saatte asla kimse olmaz. |
I have checked it many times. | Birçok kez kontrol ettim. |
But that weight kept pressing into his ankle. | Ama o ağırlık bileğinin üzerinde durmaya devam etti. |
“All right, mister,” said a voice. | “Pekala bayım” dedi bir ses. |
“Come out of there.” | “Çık oradan dışarı.” |
The wire cutter fell down from his fingers. | Tel makası parmaklarından yere düştü. |
Hands grabbed at Gebhardt’s legs, pulled. | Eller Gebhardt’ın bacaklarını kavradı, çekti. |
In a panic, he kicked himself loose, got up, and run wildly. | Panik halinde, adamı tekmeleyip kurtuldu, ayağa kalktı ve çılgınca koştu. |
A man shouted. | Bir adam bağırdı. |
Someone blew a whistle. | Başka birisi düdük çaldı. |
A form jumped from nowhere and knocked him to the ground. | Bir yerlerden bir şey atladı ve onu yere devirdi. |
Gebhardt drove his fist into a face, twice, pulled away free, ran on. | Gebhardt yumruğunu suratına iki kez indirdi, kurtuldu ve koşmaya devam etti. |
He ran into a wall, turned the wrong way. | Karşısına bir duvar çıktı, yanlış yöne döndü. |
A flashlight focused on him. | Bir el feneri ona odaklandı. |
He turned back but too late. | Geriye döndü ama artık çok geçti. |
“There! Get him!” | “Orada! Yakalayın!” |
Gebhardt drew his revolver. | Gebhardt, tabancasını çıkardı. |
As he ran, he heard them shout as they came closer to him. | Koşarken bağırdıklarını ve çok yakınına geldiklerini farkediyordu. |
There was the noise of rapid gunfire behind him, and something struck him in the back. | Arkasından seri silah sesleri geldi ve sırtından bir şey çarptı. |
No, thought Gebhardt, the plan was perfect. | Hayır, diye düşündü Gebhardt, plan mükemmeldi. |
There was a sharp pain. | Keskin bir acı vardı. |
He said weakly: “No.” | Zayıf bir ses tonuyla “Hayır” dedi. |
He was dead when the soldiers reached him. | Askerler yanına ulaştığında ölmüştü. |
He lay with his one arm stretched out in front of him, his wristwatch showing the hour. | Bir kolu önde, yerde uzanmış yatıyordu, kolundaki saat zamanı gösteriyordu. |
“Imagine the nerve of the guy!” said a young soldier. | “Adamın cesaretine bakın!” dedi genç bir asker. |
“He walked in here as though we didn’t even exist. | “Sanki biz yokmuşuz gibi içeri girdi. |
That’s a nice watch he has on. | Üzerinde güzel bir saat var. |
But it broke when he fell.” | Ama düştüğünde kırılmış.” |
“It’s an hour fast,” said a second soldier. | Başka bir asker dedi ki: “Bu bir saat ileri. |
“How did that happen?” | Bu nasıl olabilir ki?” |
The little jeweler was even more surprised when he read the newspaper report the next day about Gebhardt. | Küçük saatçi, ertesi gün gazeteden, Gebhardt ile ilgili haberleri okuduğu zaman çok şaşırdı. |
“I can’t understand it,” he thought. | “Anlayamıyorum” diye düşündü. |
“The man must have been careless. | “Adam çok dikkatsiz davranmış olmalı. |
Nothing went wrong on my part. | Ben hiç bir hata yapmadım. |
Why, I even set his watch correctly before I gave it back to him.” | Hatta ona geri vermeden önce saatini doğru ayarladım.” |