Kendinizi test edebileceğiniz İngilizce videolar. Önce videoyu izleyin, sonra kağıt ve kalemi elinize alarak İngilizce kelimeleri yazarak tekrarlayın. İyice pekiştirene kadar devam edin. Unutma olasılığına karşı da belli aralıklarla videolara dönüş yaparak, bunun önüne geçin.
NOT: İstek ve önerilerinizi aşağıdaki yorum kısmına yazabilirsiniz.
Red Balloons – 2. BÖLÜM: https://youtu.be/2-bvS6KgYpY
Red Balloons | Kırmızı Balonlar |
Lundy told himself afterward that he had been tempted beyond his strength. | Lundy, kendi kendine, gücünün üstünde zorlandığını düşünüyordu. |
In fact, he had never been really tempted before, for he had never had such an opportunity. | Aslında daha önce hiç böyle bir fırsata sahip olmadığı için gerçekten baştan çıkmamıştı. |
He had gone to the bank – the branch bank in the poor, rundown neighborhood to which he had recently moved – to cut a coupon from his last bond. | Bankaya -yakın zamanda taşındığı yoksul, yıkık mahalledeki banka şubesine- son tahvilinden bir kupon kesmek için gitmişti. |
All the rest of his bonds and his money he had lost in his crazy attempt to make on stock market so that he could give up his job and live in Florida. | Geri kalan tüm tahvillerini ve parasını, işini bırakıp Florida’da yaşayabilmek için borsada çılgınca kazanma girişiminde kaybetmişti. |
He took his safe deposit box to one of the booths where people shut themselves in while they open their safe-deposit boxes in order to cut coupons or to put in or remove valuables. | Kasasını, insanların kasalarını açarken kupon kesmek veya değerli eşyalarını koymak veya çıkarmak için kendilerini kapattığı kabinlerden birine götürdü. |
The booth had just been vacated by a fat woman wearing many jewels who had left it covered with torn papers. | Kabin, yırtık kağıtlarla kaplı bırakan birçok mücevher takan şişman bir kadın tarafından az önce boşaltılmıştı. |
A little annoyed, Lundy brushed away the torn papers – and came upon an envelope filled with money which the fat woman had obviously overlooked. | Biraz sinirlenen Lundy, yırtık kağıtları süpürdü ve şişman kadının açıkça gözden kaçırdığı para dolu bir zarf buldu. |
A bank failure in the town had recently frightened many people. | Kasabadaki bir banka iflası son zamanlarda birçok insanı korkutmuştu. |
The fat woman looked like the sort of person who would turn her bank balance into cash and lock it up in her safe-deposit box. | Şişman kadın, bankadaki bakiyesini nakde çevirip kiralık kasaya kilitleyecek türden birine benziyordu. |
Lundy half opened the door to call her back and saw her walking out of the bank. | Lundy onu geri çağırmak için kapıyı yarı açtı ve onun bankadan çıktığını gördü. |
Quickly he shut the door, counted the money. | Hızla kapıyı kapattı, parayı saydı. |
Nearly thirty thousand dollars. | Yaklaşık otuz bin dolar. |
Enough to keep a man comfortably live in some little Florida town for the rest of his life. | Bir adamın hayatının geri kalanında küçük bir Florida kasabasında rahat bir şekilde yaşamasına yetecek kadar. |
Quickly, Lundy slipped the envelope into his inside pocket. | Lundy zarfı çabucak iç cebine koydu. |
Then he left the bank, crossing the street into a little park with a high iron fence around it. | Sonra bankadan ayrıldı, caddeyi geçerek etrafı yüksek demir parmaklıklı küçük bir parka girdi. |
It was, he knew, a private park, the possession of the old families that had once lived on the square. | Özel bir park olduğunu biliyordu, bir zamanlar meydanda yaşamış olan eski ailelerin mülkiyetindeydi. |
At night its gates were locked, a watchman guarded it. | Geceleri kapıları kilitlenirdi ve bir bekçi onu korurdu. |
But by day it was open to all. | Ama gündüzleri herkese açıktı. |
He sat down on a bench, trembling in the winter wind; the envelope in his pocket felt like a piece of hot metal. | Kış rüzgarında titreyerek bir sıraya oturdu; cebindeki zarf sıcak bir metal parçası gibiydi. |
What a fool he had been! | Ne aptallık etmişti! |
He had thought when he took it that it wouldn’t be missed for a month – not until the woman came again to cut coupons. | Onu aldığında, kadın tekrar kupon kesmek için gelene kadar bir ay boyunca farkedilmeyeceğini düşünmüştü. |
But if she kept all her money in her safe-deposit box she might come back and find it missing tomorrow – this afternoon. | Ama bütün parasını kiralık kasada tutuyorsa, yarın – bu öğleden sonra geri gelip paranın kayıp olduğunu görebilirdi. |
The bank employees would remember Lundy – he had recently rented his safe-deposit box. | Banka çalışanları Lundy’yi hatırlayacaktır – kiralık kasasını kısa süre önce kiralamıştı. |
They might remember that he had followed her into the booth. | Onun kabine sonra geldiğini hatırlayabilirler. |
If he gave up his job now and left for Florida, that would be a confession. | Eğer hemen işini bırakıp Florida’ya giderse, bu bir itiraf olurdu. |
But tonight, tomorrow, he might be questioned, his rooms examined. | Ama bu akşam veya yarın sorgulanabilir ve evi aranabilirdi. |
Where could he hide the money? | Parayı nereye saklayabilirdi? |
His throat was dry; he got up, walked to the center of the park, where he had seen a drinking fountain. | Boğazı kurumuştu; ayağa kalktı, parkın merkezinde gördüğü çeşmeye doğru yürüdü. |
Unable to decide what to do, he stared at the drinking fountain, at its tall concrete base. | Ne yapacağına karar veremez bir halde, çeşmeye ve onun uzun taban taşına bakıyordu. |
Then his eyes narrowed. | Sonra gözleri kısıldı. |
The base was broken on one side – a hole big enough to put your hand through. | Kaidenin bir tarafı kırılmıştı – elinizin geçebileceği kadar büyük bir delik. |
Inside, there was a dark space where no one would think of looking for anything. | İçeride kimsenin bir şey aramayı düşünmeyeceği karanlık bir boşluk vardı. |
Where a man who had hidden something could come back and get it almost anytime. | Bir şeyi saklayan bir adamın neredeyse her an geri gelip onu alabileceği yer. |
Beside the drinking fountain, Lundy kneeled down. | Lundy, çeşmenin hemen önüne diz çöktü. |
Anyone who had passed would have seen only a man with an unbuttoned overcoat hanging loose about him, kneeling down, tying his shoe. | Oradan geçen herhangi biri, sadece üzerinde gevşek bir palto olan, diz çökmüş, ayakkabısını bağlayan bir adam görürdü. |
But when he went on, the envelope of money no longer lay like a piece of hot metal in his pocket. | Ama devam ettiğinde, para zarfı artık cebinde bir parça sıcak metal gibi durmuyordu. |
He had hidden it in the hole at the base of the drinking fountain. | Yavaşça para dolu zarfı cebinden çıkarıp, çeşmenin altında bulduğu boşluğa sakladı. |
That evening two detectives from police headquarters came to see him, to question him very politely and he met them smiling. | O akşam polis merkezinden iki dedektif onu görmeye geldi, çok kibarca sorguladı ve onları gülümseyerek karşıladı. |
“Yes, yes,” he said. | “Evet, evet” dedi. |
“There was a fat woman in the booth just before me. | “Benden hemen önce kabinde şişman bir kadın vardı. |
She left it covered with torn pieces of paper and I brushed them aside into the wastepaper basket. | Yırtık kağıt parçalarıyla kaplı bıraktı ve ben onları çöp sepetine attım. |
Find out where the wastepaper basket went, and you’ll probably find the money. | Çöp sepetinin nereye gittiğini öğrenin, muhtemelen parayı da bulacaksınız. |
No, I’ve no objection at all if you want to look around here just to satisfy yourselves.” | Hayır, kendinizi tatmin etmek için etrafa bakınmak istiyorsanız buna hiç itirazım yok.” |
Afterward he wondered whether he had not overdone it. | Daha sonra abartıp abartmadığını düşündü. |
They went away apparently convinced, but he couldn’t feel safe. | Görünüşe göre ikna olmuş gibi gittiler ama o kendini güvende hissedemedi. |
He had better live the money where it was, for a while. | Parayı, bir süre olduğu yerde bırakması iyi olurdu. |
There wasn’t a chance in a million that anyone would look into the broken drinking fountain. | Birinin kırık çeşmeye bakması milyonda bir ihtimaldi. |
There was no hope of his recovering the money at night. | Geceleri parayı geri alma şansı yoktu. |
The park gate was locked; the watchman was on duty. | Park kapısı kilitliydi; bekçi görev başındaydı. |
Someday, when no one was near, he would kneel down as if to tie his shoe. | Bir gün yanında kimse yokken ayakkabısını bağlar gibi diz çökermiş. |
As he entered the park next morning, he saw something like a red cloud just above the drinking fountain. | Ertesi sabah parka girdiğinde, çeşmenin hemen üzerinde kırmızı bir buluta benzer bir şey gördü. |
A red warning of danger. | Kırmızı bir tehlike uyarısı… |