Kendinizi test edebileceğiniz İngilizce videolar. Önce videoyu izleyin, sonra kağıt ve kalemi elinize alarak İngilizce kelimeleri yazarak tekrarlayın. İyice pekiştirene kadar devam edin. Unutma olasılığına karşı da belli aralıklarla videolara dönüş yaparak, bunun önüne geçin.
NOT: İstek ve önerilerinizi aşağıdaki yorum kısmına yazabilirsiniz.
Will of the Wind | Rüzgârın İradesi |
Mrs. Hackett found her in her bedroom crying. | Bayan Hackett onu yatak odasında ağlıyorken buldu. |
She stood in doorway and said seriously, “I came in to borrow some sugar, Sylvia. The door was open so I just walk in. Now what’s on earth ‘s wrong with you?” | Kapı eşiğinde durdu ve ciddi bir şekilde “Sylvia, biraz şeker ödünç almak için gelmiştim. Kapı açıktı, ben de öylece girdim. Şimdi senin derdin ne Allah aşkına?” dedi. |
Sylvia sat up and dried her eyes. | Sylvia doğrulup gözlerini sildi. |
Her skirt was wrinkled and her black hair hung in disorder over her forehead. | Eteği kırış kırıştı ve siyah saçları dağınık bir şekilde alnına dökülüyordu. |
A pin had come out of her imitation lace collar and it had fallen down to catch in the little red buckle at her waist. | Taklit dantele benzeyen yakasından bir iğne dışarı çıkmıştı ve bluzundaki küçük kırmızı kopçayı tutturmak için aşağı doğru uzanıyordu. |
She said shakily, “Hello, Mrs. Hackett. Nothing.” | Titrek bir sesle, “Merhaba Bayan Hackett, bir şey yok” dedi. |
Mrs. Hackett drew down the corners of her mouth. “Nothing, indeed. It’s because of Chip wanting leave here and go to Canton. Isn’t it? Of course it is.” | Bayan Hackett ağzının kenarlarını aşağı çekti. “Hiçbir şey yok, gerçekten. Chip’in buradan ayrılıp Canton’a gitmek istemesinden dolayı, değil mi? Tabii ki öyle.” |
Sylvia pushed her hair aside out of her eyes. | Sylvia saçlarını gözünün önünden çekti. |
I won’t do it, she said angrily. “I won’t.” | Yapmayacağım, dedi öfkeyle. “Yapmayacağım.” |
Mm, Mrs. Hackett said sourly. “A boy’s will is the wind’s will. That’s a poem. | Karamsar bir şekilde “hımm” dedi Bayan Hackett. “Genç bir erkeğin iradesi rüzgârın iradesidir. Bu bir şiir. Bu dünyadaki en doğru şey. Buna karşı savaşmanın hiçbir faydası yoktur. Bunu hatırla ve böylece daha kolay kabulleneceksin.” |
It’s the truest thing in the world. It doesn’t do any good to fight against it. Remember that and you’ll have it easier.” | Bunu yapmayacağım. Hayatım boyunca bir değirmenden ötekine taşınmayacağım ve asla bir şeyim olmayacak, evim olmayacak, hiçbir şeyim olmayacak! Yapmayacağım. |
I won’t do it. I won’t move around to one mill after another all my life, and never have anything, no home, and no-nothing! I won’t! | Vazgeçmek istiyorsa bu onun işi. |
Well it’s his job if he wants to give it up. | Öyle değil. Onun olduğu kadar benim de. Bir kadının sadece bir köle olduğu, bir erkeği canı ne isterse onun peşinden koştuğu şeklindeki o eski fikre inanmıyorum! |
It isn’t! It’s just as much mine as it is his. I don’t believe in that old idea that a woman’s just a-a slave, to follow a man around whatever he happens to want to do! | Ooo bilmiyorsun dedi Bayan Hackett. “Peki bu konuda ne yapabilirsin?” |
Oh, you don’t Mrs. Hackett said. “And just what can you do about it?” | Sylvia başını öne eğdi ve yanaklarını mendiliyle kuruladı. “Bilmiyorum” dedi. |
Sylvia bowed her head and dried her cheeks with her handkerchief. “I don’t know” she said. | Elbette bilmezsin. Sen bir çocuktan başka bir şey değilsin dedi Bayan Hackett. |
Of course you don’t. You’re nothing but a child Mrs. Hackett said. “You’ll be twenty years finding out what to do and by that time it’ll be too late to do you any good. Unless there’s somebody around to tell you to begin with. Somebody who knows.” | Yirmi yıl sonra ne yapacağını öğreneceksin ve o zamana kadar sana bir iyilik yapmak için çok geç olacak. Başlamak için etrafta sana söyleyecek biri olmadığı sürece. Bilen biri.” |
Sylvia was not impressed. “What could you tell me Mrs. Hackett? What could anyone do? I’ve argued with him until I’m almost crazy but he – doesn’t even listen any more. He’s got his mind set on moving on, to something different that won’t be any different at all, and he’ll want to go again, and—” | Sylvia etkilenmemişti. “Bana ne söyleyebilirsiniz Bayan Hackett? Kim ne yapabilir ki? Neredeyse delirene kadar onunla tartıştım ama o – artık dinlemiyor bile. Taşınmayı kafasına koymuş, hiç de farklı olmayacak farklı bir şeye gitmeye kararlı ve tekrar gitmek isteyecek ve—” |
A boy’s will is the wind’s will, said Mrs. Hackett, “That’s what the poem says. It’s just as true of a man or an old man, for that matter. The older they get the truer it gets, I guess. Only they give up trying to do anything about it after so long a time.” | Genç bir erkeğin iradesi rüzgârın iradesidir dedi Bayan Hackett, “şiirin söylediği bu. Bu konu, bir erkek ya da yaşlı bir adam için de aynı derecede doğrudur. Yaşlandıkça daha da doğru oluyor sanırım. Ancak bu konuda bir şeyler yapmaya çalışmaktan bu kadar uzun süre sonra vazgeçerler.” |
She pushed up her lower lip and looked down her nose at Sylvia. “Like Mr. Hackett. | Alt dudağını yukarı kaldırdı ve burnunun ucundan Sylvia’ya baktı. “Bay Hackett gibi.” |
Sylvia looked up, surprised. “You mean Mr. Hackett used to – want to—” | Sylvia şaşkınlıkla yukarı baktı. “Yani Bay Hackett eskiden – yapmak istedi-“ |
He was the hardest man to hold down in this town. He got tired of everything, that was his trouble. It’s sort of laziness, that’s all it is. But he stuck here. He stuck, all right. | Bu kasabada zapt edilmesi en zor adam oydu. Her şeyden bıkmıştı, bu onun derdiydi. Bir çeşit tembellikti, hepsi bu. Fakat burada kaldı. Burada sıkıştı. Sıkıştı, tamam. |
Why? Sylvia asked “What did you do?” | Neden? diye sordu Sylvia. “Ne yaptınız ki?” |
Well Mrs. Hackett said, “you can take it for what it’s worth, Sylvia. It worked with Mrs. Hackett, I know that.” | Eh dedi Bayan Hackett, “değeri neyse onu alabilirsin, Sylvia. Bay Hackett ile işe yaradı, bunu biliyorum.” |
But what was it? | Fakat o neydi? |
Whenever he got all excited about leaving here and going away some place to look for something he thought was better, I simply gave him his way. I didn’t oppose him in the least. | Ne zaman buradan ayrılma ve daha iyi olduğunu düşündüğü bir şeyi aramak için bir yere gitme konusunda heyecanlansa, ona sadece yolunu verdim. En azından ona karşı çıkmadım. |
Sylvia looked disappointed and confused. “Oh.” | Sylvia hayal kırıklığına uğramış ve kafası karışmış görünüyordu. “Yaa!” |
But Mrs. Hackett said profoundly, “he didn’t know it.” | Ama dedi Bayan Hackett derin bir sesle, “bunu bilmiyordu.” |
I always took him on a trip. Just a week or so. And I kept him on the jump every minute of it. I always liked little trips around, anyway. Well, bye the time that man would get home again he’d be so tired of jumping around that he wouldn’t have left for a thousand dollars. | Onu her zaman bir yolculuğa çıkardım. Sadece bir hafta veya biraz fazla. Ve onu her dakikasında meşgul ettim. Zaten her zaman küçük gezileri sevdim. Yani, tekrar eve döndüğü zaman o etrafta dolaşmaktan o kadar çok yorulacaktı ki bin dolar için bile gitmezdi. |
That” Mrs. Hackett said, “is something you find about men, Sylvia. They like to start but they like to get back home a whole lot more.” | Bu dedi Bayan Hackett “senin erkekler hakkında öğrendiğin bir şey, Sylvia. Onlar başlamaktan hoşlanır ama eve geri dönmeyi çok daha fazla seviyorlar.” |
Sylvia said doubtfully. It doesn’t seem that Chip would— | Sylvia tedirgin olarak konuştu. Chip öyle görünmüyor— |
Maybe he wouldn’t. I’m the last person in the world to try to give other people advice, Sylvia. Nobody wants it and I guess everyone has to live his own life, anyway. But Mr. Hackett says that they’re shutting down the mill for a week, and if Chip was to spend that week in a car traveling along fast from one place to another, without even a chance to catch his breath … . Well, a boy’s will is the wind’s will’—the idea of that is that the wind can change in a minute. | Belki yapmaz. Dünyada diğer insanlara öğüt verecek son kişiyim, Sylvia. Kimse istemez ve bence herkes yine de kendi hayatını yaşamak zorundadır. Fakat Bay Hackett değirmeni bir haftalığına kapatacağını söylüyor ve eğer Chip bu haftayı bir şehirden diğerine hızlıca, hatta nefes almasına bile fırsat vermeden arabayla yolculuk yaparak geçirirse… Genç bir adamın iradesi, rüzgârın iradesidir— rüzgârın bir dakika içinde değişebilmesidir. |
But what if he wouldn’t want to go? | Ama ya gitmek istemezse? |
Mm. You tell him you want a little vacation before you move to Canton. If he thinks that you‘ve given in to him about moving to Canton, he’ll take you. You try it and see. | Hımm, sen ona Canton’a taşınmadan önce ufak bir tatile çıkmak istediğini söyle. Eğer senin Canton’a taşınma fikri hakkında ona boyun eğdiğini düşünürse, seni götürecektir. Dene ve gör. |
They went up into Michigan, west to Wisconsin, down through Minnesota and Iowa and St. Louis to Memphis, east to Knoxville and up through Louisville to come to home. | Michigan, Batı’dan Wisconsin’e, Minnesota ve Iowa ve St. Louis’den Memphis’e, doğuya Knoxville’e ve eve gelmek için Louisville’e gittiler. |
They were gone six days. | Altı günlüğüne gitmişlerdi. |
Each day Sylvia arranged it so that they got up very early and were on the highway by daylight and she kept on the job, planning the things to visit at the next stop, until late at night. | Sylvia her günü, çok erken kalkıp şafakta otoyolda olacakları şekilde ayarladı ve işe devam etti, gece geç saatlere kadar bir sonraki durakta ziyaret edilecek şeyleri planladı. |
She called upon Chip to stop often at roadside stands and she filled him with hot dogs, soft drinks and bad coffee. | O, Chip’e sık sık yol kenarındaki büfelerde durmasını söyledi ve onu sosisli sandviç, alkolsüz içecekler ve kötü kahve ile doldurdu. |
She was surprised and delighted at the dull look that appeared in his eyes on the third day. | Üçüncü gün onun gözlerinde görünen donuk bakışlara şaşırdı ve çok mutlu oldu. |
Mrs. Hackett came over the day after they returned to bring back the cup of sugar she had borrowed. | Döndüklerinin ertesi günü Bayan Hackett ödünç aldığı şekeri geri vermek için çıka geldi. |
She said, “Well!?” and paused expectantly, holding the cup of sugar in both hands. | Eee!? dedi ve her iki eliyle şeker kabını tutarak sabırsızlıkla bekledi. |
He went back to work today Sylvia said. | Bugün işe geri döndü dedi Sylvia. |
There was a tired note in her voice. He hasn’t said a thing about going to Canton for several days. | Sesinde yorgun bir ton vardı. “Birkaç gündür Kanton’a gitmekle ilgili tek kelime etmedi.” |
Mm! And what did he say when he got home? she asked. | Hımm! Peki eve geldiğinde ne söyledi? diye sordu. |
That he never thought home would look so good to him? | Evin ona bu kadar güzel görüneceğini hiç düşünmemiş. |
Sylvia nodded. | Sylvia başını salladı. |
She sat down on a kitchen chair and for a moment seemed lost in thought. “He said exactly that” she said at last. | Mutfak sandalyesinin birine oturdu ve bir an için düşüncelere dalmış gözüktü. “Aynen öyle söyledi” dedi en sonunda. |
You won’t even be able to get him to move out of the house to go to a movie for a month. I told you. ‘Wind’s will’, that’s the poem. They’re all alike, all men. | Bir ay boyunca onu sinemaya gitmek için bile evden çıkaramayacaksın. Sana söylemiştim. ‘Rüzgârın iradesi’, işte şiir bu. Hepsi birbirine benziyor, bütün erkekler. |
She put the cup of sugar on the kitchen cabinet and looked at Sylvia. “But I wouldn’t say that you look so happy about it, Sylvia. You’re tired.” | Şeker kasesini mutfak dolabına koydu ve Sylvia’ya baktı. “Ama bundan pek mutlu göründüğünü söyleyemem, Sylvia. Yorgunsun.” |
Sylvia rested her chin on her hand. She sighed and said, “I’m a little tired of this town, I guess. I was just thinking, when we came back yesterday, and it looked so … so old and so dirty and dull and tiresome … and I thought that we’ll spend all our lives here, with nothing to do except the same old … oh, I was just thinking.” | Sylvia çenesini eline dayadı. İçini çekti ve “Sanırım bu kasabadan biraz sıkıldım. Düşünüyordum da, dün geri döndüğümüzde ve çok… çok eski, çok kirli, donuk ve yorucu… ve tüm hayatımızı burada geçireceğimizi düşündüm, aynı eski … amaan, sadece düşünüyordum!” |
Mrs. Hackett drew back and looked at Sylvia seriously and then said. “You’re just tired, Sylvia. My goodness. That long trip—” | Bayan Hackett geri çekildi ve ciddi bir şekilde Sylvia’ya baktı ve konuştu. “Sadece yorgunsun, Sylvia. Aman Tanrım. O uzun yolculuk—” |
Sylvia looked up and her eyes were shining. “But I’m not tired” she said. I had a wonderful time. | Sylvia başını kaldırıp baktı, gözleri parlıyordu. “Ama yorgun değilim” dedi. Harika vakit geçirdim. |
William Brandon |