Kendinizi test edebileceğiniz İngilizce videolar. Önce videoyu izleyin, sonra kağıt ve kalemi elinize alarak İngilizce kelimeleri yazarak tekrarlayın. İyice pekiştirene kadar devam edin. Unutma olasılığına karşı da belli aralıklarla videolara dönüş yaparak, bunun önüne geçin.
NOT: İstek ve önerilerinizi aşağıdaki yorum kısmına yazabilirsiniz.
Rugby | Rugby |
The British middle- and upper-classes prefer rugby union. | Britanya’nın orta ve üst sınıfları rugbyyi yeğlerler. |
Association football is the game of the common man. | Futbol ise, sokaktaki adamın oyunudur. |
But both games originated in those centres of wealth and privilege, the British public schools – private schools which charge high fees. | Ama, iki oyun da varlıklı ve ayrıcalıklı çevrelerden, yani Britanya’nın kamu okullarında -yüksek ücretler alan özel okullarda- ortaya çıkmıştır. |
It is said that rugby began at Rugby school in 1823, when a boy called William Webb Ellis picked up the ball and ran with it. | Rugby’nin 1823 yılında, Rugby adlı okulda, William Webb Ellis adlı bir çocuğun, yerden topu alarak koşmasıyla başladığı söylenir. |
But this is probably a myth. | Ancak bu muhtemelen bir efsanedir. |
At that time there were many kinds of ‘football’. | O zamanlar birkaç tür futbol vardı. |
All of them were extremely rough. | Hepsi de son derece sertti. |
Games could involve as many as three hundred people and last for up to five days. | Oyunlar üç yüze yakın kişi tarafından oynanabilir ve beş gün kadar sürebilirdi. |
Gradually these games were refined. | Giderek bu oyunlar kabalıktan arındırıldı. |
Two versions emerged. | İki çeşit oyun ortaya çıktı. |
Rugby continued to allow handling and physical contact. Football did not. | Rugbyde topun elle tutulması ve oyuncuların birbirine dokunması devam etti. Futbol izin vermedi. |
It is interesting that the classes that regard themselves as more civilized prefer the more primitive game. | Kendilerini daha uygar olarak gören sınıfların, daha ilkel olan oyunu yeğlemeleri ilginçtir. |
Pub Food | Pub Yemeği |
As a rule the lunch break in London offices is only an hour. | Kural olarak, Londra’daki işyerlerinde öğle tatili yalnızca bir saattir. |
So there is not time to go home for lunch. | Dolayısıyla, eve yemeğe gitmeye vakit yoktur. |
Many office-workers go to pubs. | Çalışanların çoğu publara gider. |
These pubs serve simple, traditional food. | Bu publarda basit, geleneksel yemekler verilir. |
The sort of food that Mum used to make. | Annelerin yaptıklarına benzer yemekler… |
It is not only hot and quick, but also cheap. | Sadece sıcak ve hızlı değil, aynı zamanda ucuzdur. |
The trouble is that these pubs are so popular that you cannot sit down. | Sorun şu; bu publar öylesine rağbet görürler ki, oturacak yer bulamazsınız. |
As a result you can find yourself with a slightly difficult problem. | Sonuç olarak, kendinizi oldukça zor bir sorunla karşı karşıya bulabilirsiniz. |
You have a plate of delicious, traditional food in one hand, and a glass of beer in the other. | Bir elinizde leziz geleneksel yemeklerle dolu bir tabak, öbür elinizde de bir bardak bira vardır. |
But, with only two hands, how do you eat your lunch? | Ama yalnızca iki elle, öğle yemeğinizi nasıl yersiniz? |